Alman Arkeoloji Enstitüsü, İstanbul Şubesi

FRANK RUMSCHEID

Merkezi Berlin’de olan Alman Arkeoloji Enstitüsü (DAI)’nün yuıtdışındaki dokuz şubesinden bir tanesi İstanbul’dadır. Şubenin görevi, Türkiye’deki arkeoloji ve tarih araştırmalarının yürütülmesi ve geliştirilmesidir. Alman devleti, kültür tarihini çok yönlü bağlantılar, etkiler ve paralel görüntüler nedeni ile bir bütün olarak görmenin ve kültür tarihinin bugünkü devlet yapılarının dar çerçevesi içerisinde incelenemeyeceğinin bilinci ile, DAI’nin yurtdışındaki diğer şubelerinde de olduğu gibi, bu çalışmaları finanse etmektedir. Bu bağlamda, DAI İstanbul’un bilimsel etkinlikleri, klasik arkeolojinin ve mimarî araştırmalarının geleneksel sahaları ile sınırlı kalmamış ve prehistorya, Ön Asya arkeolojisi, Bizans arkeolojisi, oryantalistik/Osmanlı sanatı konularına da yayılmıştır. Yalnızca Alman araştırmaları desteklenmemekte, aynı zamanda Türk araştırmaları ve eğitimine de katkılar sağlanmaktadır.

Kuruluşundan beri sadece ihtisas sahibi kişilere değil, bütün ilgilenenlere açık olan DAI’nin İstanbul Şubesi’nin bilimsel donanımı, Istanbul-Gümüşsuyu’ndaki bir zamanlar Alman Sefareti olan, Alman Başkonsolosuğu’nun mekânları içerisine yer almaktadır. Kütüphane, enstitü çalışanları dışında, her yıl büyük bir bölümü Türk olan yaklaşık 3.000 kişi tarafından ziyaret edilir. Kütüphane şimdilerde 28.000 monografisi ve 796 değişik sürekli yayını içeren 14.000 ciltlik bir mevcudu vardır. Buna ek olarak 6.000 ayrı basımdan oluşan zengin bir koleksiyona sahiptir. Her sene 1000 ciltten fazla gerçekleşen aıtış, kütüphanenin Türkiye’deki benzerleri arasında gelecekte de en eksiksiz olmasını güvence altına almaktadır. Fotoğraf arşivi (photothek) 1870 senesinden bugüne kadarki 100.000 fotoğrafı ile enstitünün ikinci önemli çalışma donanımını oluştunır. Buna ilâve olarak, ne-redeyse aynı miktardaki fotoğraf adedi ile Pergamon-Arşivi gelmektedir. Fotoğraf arşivinde yal-nızca arkeolojik resimler bulun-mazlar. Sebah ve Joallieı’in meşhur atölyesinden gelen Osmanlı dönemi İstanbul’una ait fotoğraflar gibi resimler de vardır. Böylece fotoğraf arşivi, araştırmacılar ve sergi organizatörleri için tanı bir maden yatağı gibidir; en son Atatürk Kültür Merkezi’nin fuayesindeki Eyüp semti ile âlâkalı sergide gösterilen eski Eyüp resimleri, buradandır.

Şubenin kendi fotoğraf laboratuarı yalnızca enstitünün kazı ve araştırmaları neticesindeki çalışmalar için değil, İstanbul Üniversitesi’ndeki eğitim için de dialar yapmaktadır. DAI İstanbul, bilimsel dünyaya kendi redaksi-yonu tarafından yürütülen yayınlarla düzenli aralıklar ile açıl-maktadır: Bunlar her sene çıkarılan Istanbuler Mitteilungen dergisi (şimdiye kadar 43 cilt), bu derginin monografi şeklindeki ekleri (şimdiye kadar 38 cilt) ve Istanbuler Forschungen (şimdiye kadar 40 cilt) serisidir. Makaleler, Alman, İngiliz ve Fransız dillerinde yayınlanmaktadır. Makalelerin yaklaşık dörtte biri Türk meslek-taşlarımıza aittir. Gene uluslararası katılım ile her kış, ilgili kişilerden oluşan bir topluluğa, bir dizi konferans verilmektedir. İlkbaharda enstitü çalışanlarının rehberliğinde İstanbul ve müzelerine geziler düzenlenmektedir. Enstitünün Ankara’da, Ana-dolu’daki Alman araştırmalarını desteklemek ve başkentteki mesLektaşlar ve resmî merciler ile bağlantıları sağlamak üzere bir istasyonu vardır.

DAI’nin İstanbul Şubesi, enstitünün 100. sene kutlamaları münasebetiyle onaylanan kaynaklarla 1929 senesinde kurul-muştur. İstanbul Müzeleri Genel Müdürü Halil Ethem Bey gibi Türk meslektaşlar da kurulması için taraf olmuşlar ve böylece 1928 senesi sonlarında, Alman Reich (Raylı) yönetiminin konuyla âlâkalı dilekçesi, Türk Dışişleri Bakanlığı tarafından olumlu cevaplandırılmıştır. Daha eski olan DAI’nin Atina Şubesi’nin Anadolu’daki bilimsel çalışmaları, fakat her şeyden önce Prusya Miizele- ıi’nin Mysia ve Ionia’daki kazıları kurulmaya önayak olmuştur. Bu kazıların koordinasyonu için başta İzmir’de olan, daha sonra İstanbul’a kaydırılan bir istasyon vardı. 1912’den beri müzenin istasyonunu itinalı biçimde yürütmüş olan Martin Sclıede, istasyo-nun DAI’nin “Abteilung für Archaeologie und Gesclıichte der Türkei-Türkiye Arkeolojisi ve Tarihi Şubesi” haline gelmesiyle 1929’da ilk müdürü olmuştur. Enstitünün görevleri ve hedefleri o zaman da bugünkü gibi geniş tutulmuş olduğu halde, başlangıçta çok kısıtlı bir donanım ile yetinilmesi gerekmiştir. Beyoğlu’nda Sıraselviler Caddesi Nr. 123’deki enstitü binası, 1989 senesinde bugünkü yeıine taşınıncaya kadar hiç durmadan büyüyen kitaplık ve görevlilere ait çalışma odalarını içinde barındırmak zorunda kalmıştır. Sche- de’ye yardımcı olarak yanında yalnızca bir asistan (Paul Wittek), idari işleri de yapan bir kütüphane memuresi, bir kütüphane yardımcısı ve kısa dönemler için görevlendirilen yetiştirilmekte olan bilim adamları vardı. Her şeye rağmen İstanbul Şubesi, müdürleri Martin Schede’nin ve -Martin Schede 1938’de Berlin’de DAI’nin Başkanı seçildikten sonra- Kurt Bittel’in yönetimi altında, (Türkiye, Almanya ile diplomatik bağlantılarını kopardığı 1944 senesindeki kapanışına kadar) başarıyla çalışmıştır.
Şubenin faaliyet gösterdiği 15 sene içerisinde, İstanbul’da eski Alman araştırma geleneği, Hagia Sophia (Ayasofya)’nın ön avlusu ve Euphemia Kilisesi alanındaki kazılarla, Konstantinopel/lstanbul’un kara surlarındaki detaylı bir araştırma ve inşaat sahalarındaki gözlemlerle devam ettirilmiştir. Edinilen bilgiler, ilk olarak Alfons Maria Schneider’in Byzanz. Vorarbeiten zur Topog- raphie und Archaeologie der Stadt (Bizans. Şehrin Topogıafi ve Arkeolojisine Dair Ön Çalışmalar) kitabında, Istanbuler Forscbungen’m 8. cildi olarak yayınlanmıştır.

İstanbul dışında Nikaeia (Iznik)’da yüzeyde kalmış olan anıtların, bunlar arasında İslâmî yapıların da çizimi yapılmıştır. 1937 senesinde Eskişehir yakı-nındaki bir bronz çağı yerleşim yeri olan Demircihöyük’de ilk kazılara başlanmıştır. Daha o zamanlarda ikinci bir ağırlık noktasını genişletilmiş yüzey araştırmaları oluşturuyordu: Bunlar, 1936 senesinde Dağlık Kilikia (Schede ve Schultz), 1938’de Ovalık Kilikia (Bittel ve Giiterbock), aynı sene Kommagene (Dörner ve Naumann), 1939’da Phrygia ve Kappadokia (Bittel ve Naumann) ve Bithynia (Dör- ner)’da yapılan araştırmalardır. Blegen’in yönetimi altında Troia’daki Amerikan kazıları ve Aiolia bölgesindeki Larisa’da yapılan İsveç kazıları gibi Anadolu’da yapılan başka önemli çalışmalar-da, enstitünün İstanbul Şube- si’nde çalışan personel de yer al-maktaydı. Roma dönemi Sıııyma Agoıası’ndaki çalışmalarda İzmir’deki müze yönetimi ile, Mysia bölgesinde bulunan Baba- köy’de Yortan kültürüne ait nek- ropol kazısında Cambridge Üniversitesi ile ve Boğazköy’de Hitit başkenti Hattuşa’da Bittel’in 1931’den beri yürüttüğü kazılarda Alman Şark Cemiyeti (Deutsche Orientgesellschaft) ile ortak çalışmalar yapılmıştır.
İstanbul Üniversitesi 1941’de, 1934’de yayınlanmış olan Praebistorisebe Forchungen in Kleinasien (Küçük Asya’daki Prehistorik Araştırmalar) kitabı ile Ana-dolu’nun tarihöncesi çağlarının sistematik araştırılmasına temel atmış olan Bittel’i, kendi sahasında ders vermek üzere görevlendirdi. Bu, üniversite ve enstitü arasında daha önce de var olan ve bugüne kadar süregelen iyi ilişkileri daha da pekiştirmiştir.
2 Ağustos 1944’de Alman çalışanlar Türkiye’yi terk ettikten sonra, mühürlenen enstitü binası önce 23 Mayıs 1945’e, savaş sonuna kadar İsviçre Sefaretinin nezaretine bırakılmıştır. Daha sonra Türk hükümeti enstitünün sorumluluğunu İstanbul Üniversitesi’ne, o zamanının Klâsik Arkeoloji Profesörü Arif Müfid Mansel’e bırakmıştır. Arif Müfid Mansel bundan çok önce DAI ta-rafından düzenli üye seçilmişti. Mansel ve üniversitedeki aynı düşüncede çalışma arkadaşları – ki burada özellikle Halet Çambel, Jale İnan ve Afif Eızen’in isimleri verilmelidir- enstitü mevcutlarını tam bir düzende tutmuşlardır. DAI’nın uzun zamandır kütüphane görevlisi olan Yugoslav Bayan Josefine Zornia gene işe alınmış ve kütüphane, üniversite öğretmen ve öğrencileri için tekrar açılmıştır.
Kurt Bittel 1951 senesinde İs-tanbul Üniversitesi Edebiyat Fa- kültesi’ne profesör olma çağrısına uymuştur. 1954 senesi başında Kurt Bittel, Türk yönetimi
1953 senesi sonunda enstitüyü Almanya’ya geri verdiğinde, ken-disi İstanbul Şubesi’nin yönetimini tekrar devralırken yazdığına göre: “her şey; hem teçhizatlar hem de kütüphane… eksiksiz olarak yerinde”ydi.
İstanbul Şubesi’nin 1954’de tekrar çalışmalarına başlaması, gene Alman Hastanesi’nin arazisi üzerindeki eski binada gerçekleştiği halde, bilimsel ve diğer çalışanlar için artık daha fazla kadro vardır. Asistan kadrosu dışında ikinci müdür için de bir kadro sağlanmıştır. Bu görevde şimdiye kadar klasik arkeologlar-dan G. Kleiner, H. Luschey, H. Weber, K. Tuchelt ve W. Radt bulunmuşlardır. Buna karşın, bi-rinci müdürler, 1960’da Kurt Bittel’in DAI’nin başkanı olarak Berlin’e gitmesinden sonra, hep mimarlık tarihi eğitimli olmuşlar-dır: 1975’e kadar Rudolf Naumann, 1988’e kadar Wolfgang Müller-Wiener ve 1989’dan itibaren Wolf Koenigs. Hepsi de mimarî tarihi üzerine dersler vermek sureti ile İstanbul Üniveısi- tesi’ndeki eğitim kadrolarında yer almışlardır. Böylece pek çok on seneden beri sürmekte olan sıkı bağlar, bugüne kadar hiç kopmamıştır.
Devletin sağladığı kaynak, şubeye personel ve finansman sağlamaktadır. Alman Araştırma Birliği (Deutsche Forschungsge-meinschaft), Alman Bilim Vakıf Birliği (Stifterverband für die De-utsche Wissenschaft), Volkswagen Vakfı (Volkswagenstiftung) ve sıkça Theodor-Wiegand Cemiyeti (Theodor-Wiegand-Gesellschaft)’nin yardımlarının ilâvesi ile artırılan kaynak ile şubenin finansman durumu iyileştirilmiştir. Buna bağlı olarak, çalışanların şahsî katkısı ile de yeniden açılıştan sonra geçen 40 sene içerisinde, etkileyici bir bilimsel programın üstesinden gelinmiştir. Bu program çerçevesindeki kazı ve araştırma çalışmalarında, her sene yaklaşık 200 sezonluk işçi iş bulmaktadır.
İstanbul’da şehrin araştırılma-sına özellikle Naumann ve Müller-Wiener tarafından devanı edilmiştir. Naumann çalışmaları sırasında, kazılar sayesinde Hip-podrom (At Meydanı) ve Mese (Divan Yolu) arasındaki Bizans Lausos Sarayı’nı ve Antiokhos Sarayı’nın yerini belirleyebilmiş- tir. Müller-Wiener, örneğin Zey-rek semtindeki çalışmalara önayak olmuş ve kendisi de bunları yürütmüştür. Ayrıca şehrin li-manları ve erken dönem endüstri yapıları üzerinde çalışmıştır. Bu konuda geride bıraktığı eser, şimdilerde basımdadır. Müller- Wiener’in kendisinin ve selefinin izlenimlerini özetleyerek anlattığı en ünlü kitabı, Bildlexikon zur Topographie Istanbuls (İstanbul’un Topogıafisi Üzerine Resimli Sözlük” 1977’deki basımından sonra bir başvuru kitabı ko-numuna gelmiştir. Hans-Peter Laqueur yıllarca yer yer Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü (Institut Français d’Etudes Anato- liennes) ile beraber çalışarak şehrin Osmanlı dönemi mezar taşlarını araştırmış ve sonuçları son Istanbuler Mitteilung da gözler önüne sermiştir. Bugün de şube, Türk yetkilileri ve kuruluşları ile çok yönlü bağlantılarla, şehirdeki tarihî anıtların araştırılmasında ve maksada uygun biçimde korunmasında çaba sarfet- mektedir. Bu çabalara bağlantılı şekilde, Tarih Vakfı’nın teşebbüsü, yeni başlanan İstanbul Ansik-lopedisinde Albrecht Beıger’e ait Bizans dönemini içeren 85 madde bulunacaktır.
Anadolu’daki bitmiş kazı ve araştırmalardan burada yalnızca kısaca bahsedilecektir: Prehistorik dönem ve Ön Aysa arkeolojisi alanında, Winfried Orth- mann’ın Ilıca’daki eski Hitit yanık mezar sahası ve Doğu Anadolu’daki Türk baraj gölü programı çerçevesinde kazılması zorunlu hale gelmiş bulunan Noşuntepe ve Hassek Höyük kurtarma kazıları vardır. Noışuntepe’de Harald Hauptmann kalkolitikden M. Ö. 1000 ve 500 seneleri arasındaki zamana kadar inen yerleşim katmanları bulmuştur. Hassek Höyük’de Mahfred Behm-Blancke, 1978-1986 seneleri arasında prehistoıik yerleşimi araştırmıştır. Eskişehir ya-kınındaki Demiıcihöyük kazısına devam edilmiştir. Burada yalnızca 1975 ile 1978 tarihleri arasında erken bronz dönemine taıihlenen bir yerleşim bulunmamış, hatta daha sonra Bursa Müzesi’yle ortak bir çalışmayla, 1990’dan 1992 senesine kadar Jürgen Seeher tarafından buraya ait mezar sahası da kazılmıştır.
Klasik arkeoloji alanında Hans Weber’in Tıoas (Tıoya) bölgesindeki Smintheion ve Ionia’daki Myus şehri tapmakların-daki çalışmalardan, bundan başka Gerhard Kleiner, Peter Hom- mel ve Wolfgang Müller-Wienerin Panionion kutsal alanındaki kazılarından ve gene Panionion gibi Mykale Suadağı’mn kuzey yamacında yer alan Melie’nin aynı kişiler tarafından bu-lunmasından ve en son Jürgen Borchardt’ın İstanbul Şubesi’nin asistanı olarak gerçekleştirdiği bütün Lykia bölgesi, özellikle Myıa ve Limyra’daki çalışmala-rından söz etmek gerekir. Lykia’da Phaselis ve Pamphylia’da Side’deki liman yapılarının araştırılmalarının daha özel bir karakteri vardı. Bunlar A. M. Maıısel’in destekleri ile H. Schlaeger tarafından yapılmıştır. Phıygia’da Dokimeion (Iscehi- sar)’ın antik ve ortaçağ taş köprülerinin J. Roeder tarafından araştırılmasının da özel bir karakteri vardır. Çünkü bu tip araştırmalar, o zamana kadar klasik arkeolojide alışılmış olan konu-lardan değildi. Burada, en az yu-karıdakiler kadar önemli arazi araştırmalarından örnekler verilmelidir: Bunlardan Paphlogonia, Pontııs ve Armenia Minor’daki kaya merdivenleri ve tünellerini tespit etmiş olan Hubertus von Gali ve Halikarnassos/Bodrum yarımadasındaki Lelegler’e ait yerleşim yapılaşmaları konusunda çalışmış olan Wolfgang Radt hatıra gelmelidir.
Bittel, Boğazköy’deki kazıları tekrar ele almıştır. 1978’den 1993 senesine kadar kazılar, Peter Neve tarafından devam ettirilmiştir. Peter Neve, buradaki mimarî ka-lıntıların restorasyonu konusunda da büyük işler başarmıştır. Aşağı yukarı M. Ö. 1800-1200 yılları arasında yerleşim görmüş olan Hititleı’in başkenti, yeni sonuçlara göre, bugün anladığımız anlamda bir şehir değildi; devâsâ surlar içerisinde tapmaklar, tören yolları ve dinî saraylar gibi anıtsal yapılardan oluşmaktadır. Son zamanlarda, bir saray-arşivinde, Hitit İmparatorluğu’nun tarihi ve yönetim şekli hakkındaki zengin bilgiler beklenen binlerce toprak mühür bulunmuştur.
Pergamon (Bergama)’daki ka-zılar, 1968 senesine kadar Ericlı Boehringer tarafından yürütül-müştür. Bu kazılar tamamen İs-tanbul Şubesi’ne geçtikten ve Oskar Ziegenaus üç sene çalıştıktan sonra, 1972 senesinde Wolfgang Radt kazı başkanı olmuştur. Şehrin yer aldığı tepenin yamacındaki evlerin bulunduğu kısımda yaptığı genişletilmiş araştırmalar, daha tamamen değerlendirilmemiştir. Fakat daha şimdiden, özellikle Roma ve Bizans dönemleri için şehir planı ve yaşama düzenleri hakkında ilginç yeni bilgiler edinilmiştir. Kale-tepenin göze çarpan yerindeki Traian tapınağının masraflı, kalabalık ekip ve ekipmanlı ıes- toıasyonunda, Türk makamlarının arzusuna uyulmuştur. Bu çalışmalarda, sahada mevcut bütün kalıntıların bilimsel dokümantasyonu ile yer yer ayağa kaldırılması elele gitmektedir. Aynı zamanda burası, Türk taş ustaları ve restoratörleri için kayda değer bir okuldur. Artık öğrendikleri ile başka yerlerde de, örneğin Çırağan Saıayı’nda restorasyon çalışmalarında memnuniyetle işe alınmaktadırlar.
Kütahya, Aizanoi (Çavdarhisar)’da Rudolf Naumann ve daha sonra Adolf Hoffmann tarafından özellikle umumî binalar araştırıl-dıktan sonra, bugün Klaus Rhe-idt’m çabaları, imparatorluk dö-nemi şehir yapısını bir bütün olarak tekrar kazanma konusuna yoğunlaşmıştır. Bu sırada bugün-kü köyün eski, güzel yapıları da tespit edilmektedir. En son geç antik döneme ait, devşirme mal-zemeden bir sütunlu cadde ortaya çıkarılmış ve daha şimdiden yer yer yeniden ayağa kaldırılmıştır.
Pergamon yanında Ionia’da Alman arkeoloji araştırmalarının bir başka eski ağırlık noktasında da çalışmalar devam etmektedir: Didyma’da Klaus Tuchelt her şeyden önce Miletos’tan tapmağa kadar giden kutsal yoldaki kazılarıyla, Hellenistik dönemde baş-lanmış olan Apollon Tapınağı gibi anıtsal yapıların çevreleriyle bağlantıları içerisinde değerlen-dirilmesinin önemini göstermiş-tir. Yeni kazı buluntuları mümkün olduğu kadar tahribattan korunduktan sonra, şimdilerde tapınağın eski kazı dönemlerinde başlatılan koruma önlemleri yenilenip genişletilmektedir. Ön cephesindeki mermerleri daha antik dönemde bir yangın felâketi geçiren tapınak, mümkün okluğu kadar ortaya çıkarıldığı durumunda muhafaza edilmek istenmektedir. İstanbul Şubesi, halen Miletos kazılarında yer al-maktadır. 1989 senesinde W. Müller-Wiener emekli olduktan sonra kazıyı Bochum Üniversitesi’nden Volkmar von Graeve yürütmektedir. Eskiden şehrin özellikle Hellenistikten ortaçağa ait kalıntıları araştırılırken, bu-günkü ilgi odağını ilk etapta, Milletos’un M.Ö. 800 ve 494 se-neleri arası arkaik dönemdeki parlak çağı oluşturur. O zamanlar yedi bilginden biri olan tabiat filozofu Thales Miletos’ta öğretilerini yaymaktaydı. Gene Miletos bu zamanlarda Karadeniz kıyı-sında birçok koloni kurmuştur. Bunlara bugün hâlâ yerleşim gören Sinop, Samsun ve Trabzon örnek verilebilir. 1977 senesinde Priene’de Müller-Wiener’in tekrar başlattığı arazi araştırmaları, şim-di Wolf Koenigs’in yönetimi al-tında devam etmektedir. Bilimsel hedef, ünlü mimar Pytheos’un Büyük İskender döneminde başlatılmış olan Athena Tapınağı ile, buna bağlı kutsal alanın yayınlanması ve büyük bölümü Hellenistik olan şehrin mimarî gelişi-mini daha iyi anlamaktır. Ören yerinin park karakterini bozma-yan agora yakınındaki “Zeus” Tapınağı ve tiyatrodaki itinalı restorasyon çalışmaları, antik mimarînin korunmasına hizmet etmekte ve aynı zamanda ziyaretçilerin yapıları daha iyi anlaya-bilmelerine izin vermektedir.

Çeviren: Selma Bulgurlu

Bibliografya

S. Eyice, İstanbul Ansiklopedisi II (1959) 1023-1024-K. Bittel, Zur Geschichte der Abteilung Istanbul des Deutschen Archa- eologischen Instituts von 1929 bis 1979, Das Deutsche Arcbaelogiscbe Institut, Geschichte und Dokumente III (1981) 65- 91 Taf. 6-9- – H. Çambel, In Memoriam Kuit Bittel, Istanbuler Mitteilungen 41, 1991, 5-12. – W. Koenigs, In Memoriam Wolfgang Müller-Wiener, Istanbuler Mitteilungen 41, 1991, 13-16. – S. Eyice, Dünden Bugüne Istanbul Ansiklopedisi I (1993) 207-208.

error

Enjoy this blog? Please spread the word :)