İlk çağlardan beri Anadolu’da küçük site devletlerinin var olduğu bilinmektedir.Bu çağlarda merkezi otoriteye bağlı olarak Doğu Karadeniz’de de çeşitli halklardan oluşan şehir devletleri bulunmaktaydı. MÖ.3.Binde Anadolu’nun genelinde yaygınlık gösteren Hattiler,Anadolu dışından gelen ,Hitit ve dilce onlarla akraba olan Luvi ile Palalar’la kaynaştılar.M.Ö.2.Bin boyunca Doğu Karadeniz’deki otokton halklar olarak bilinen Azziler ve Doğu Anadolu’daki Huriler gibi Asienik halklar bazen bağımsız,bazen de Hitit Merkezli yönetim içerisinde, bağlı beylik olarak varlık gösterip kültür olarak birbirilerini etkilediler.Başlangıçtan beri Anadolu dışı baskı ve yağmalar sonucu oluşturulan ağır vergi ve haraç sistemleri Anadolu’nun Yurt tutulmaktan ziyade sömürge olarak hedef seçildiğini göstermektedir.Özellikle maden fakiri Mezopotamya kökenli Akad-Asur saldırıları ve bunun sonucu Anadolu halklarının maden haracına bağlanması eş zamanlı olarak koloni yerleşmelerin ortaya çıkması ve yaygınlaşmasını beraberinde getirdi. Anadolu’ya yazı kuzey Mezopotamya ile süregelen ticari ve siyasi ilişkiler sonucu girerken kültürlerde karşılıklı olarak etkileşme gösterdi.
Dikkaya’da ele geçen sap delikli baltalar bu etkileşimin eseri olup bu tip baltaların çıkış yerinin kuzey Mezopotamya olduğu bilinmektedir.Batıdan ve güneyden
gelen Deniz Kavimleri Göç hareketleriyle Anadolu’da en ücra köşeye kadar kendini gösteren kargaşa ve tahribatlar Anadolu için Karanlık Çağ adıyla anılan ve yazılı belgeye rastlanmayan bir sürecin başlamasına ,tüm bu gelişmeler Anadolu’da küçük krallıklarının oluşturduğu koalisyonların ortaya çıkmasına neden olmuştur.Bunlardan iki tanesi önemli olup birincisi Tunç çağında Güçlü düşman Akadlara karşı oluşturulan Hatti kralı Pampa başkanlığında ki 17 Anadolu krallığının kurduğu ittifaktır.Diğeri ise Demir Çağında Urartu bölgesindeki pek çok küçük krallığın birleşerek Hitit Beyliklerinin de desteğiyle Asur’a karşı verdiği mücadele ve maden haracına son veren zaferleridir.Hititler döneminde vasal olan Azzilerle ilgili zaman zaman isyan çıkarmaları ve Hitit merkezinden kaçarak onlara sığınan isyancı kraliyet ileri gelenlerini korumalarına karşılık alınan tedbirler dışında çok fazla bilgi yoktur.Azzi yaşlılar kurulunun verdiği söz üzerine savaşılmayan bu halkın Hitit merkezince ve sığınmacılarca rağbet gördüğü ve zorunlu hallerde hatırı sayılır bir müttefik olduğu anlaşılmaktadır. Hitit dili konuşmayan Azzi’ler ,Kültiğin yazıtlarında Az olarak adı geçen Türk boyuyla ilişkilendirilebilir.Hitit kralının görüştüğü Azzilerin yaşlılarından oluşan ‘’yaşlılar heyeti’’ uygulaması Orta Asya Türk İdari yapısıyla birebir benzeşmektedir. Harezm ve Cürcan civarında yaşayan Az’ların MÖ.2.Binde Kafkaslar üzerinden Doğu Karadeniz’e gelip şehir devletleri halinde yaşamış olmaları mümkündür.Anadolu’ya Hitit,Azzi ve Hurri girişleri birbirlerini takip eden yakın zaman dilimlerinde gerçekleşmiş olmalıdır.Güneyden gelen maden haraççılarına karşı verilen mücadelede birlikte yürütülmüştür.Çamlıhemşin ilçesi Dikkaya köyündeki Tunç Sap delikli baltalardan oluşan silahlar bölgede gelişmiş mahalli atölyelerin varlığını göstermektedir.Ordu,Samsun ,Trabzon Müzelerinde de bulunan benzer sap delikli baltalardan Karadeniz boyunca kültür birliğinin varolduğu veya maden ve silah atölyelerinin birbirilerinin ürettikleri malzemeleri tanıdığı sonucu çıkarılabilir.Otokton veya bölgeyi sonradan yurt edinmiş küçük krallıkların denetiminde olan bu atölyeler ve maden yatakları krallıklar arası rekabeti doğurmuş ve güç savaşlarına neden olmuştur.Doğu Karadeniz ve yakın çevresinde Hititlere karşı Azzi isyanları kontrole alınırken,Orta Karadeniz ve çevresinde Hitit-Gaşka savaşları şiddetli bir şekilde devam etmiştir.Maden yataklarını,atölyeleri ve ticaret kervan yollarını elde tutma çabalarının sonucu oluşan ilk koloniler hızla yaygınlık göstermiştir.Rastlanan maden curufları ve halen işletilmekte yada terk edilmiş olan maden ocakları özellikle Doğu Karadeniz bölgesi madenlerinin hem hammadde zenginliği hem de iç kesimlerle güneyi , Karadeniz sahil-Kafkasya-Doğu Anadolu kervan yol ağı nedeniyle Ak Deniz Tacirleri ve Asur’un dikkatinden kaçmamış olmalıdır.Doğu Karadeniz Bölge krallıklarının önceleri Asur’a daha sonra maden sayesinde zenginleşerek güçlenen ve bu uğurda pek çok krallığın bir merkezi otoritede toplandığı Urartulara haraç ödediği muhakkaktır.MÖ.1.Binde Hurri’ lerin devamı olan Urartu krallığı kurulmuş,Frig,Kimmer,İskit ,Med girişleriyle Anadolu yeni istila ve yağmalara sahne olmuştur.Demir çağında gerçekleşen bu yeni girişlerin etkileri Karadeniz bölgesinde yaygınlık gösterip Makedonya çıkışlı Frigler dışındakiler Kafkas ve Doğu Anadolu üzerinden gelmişlerdir. MÖ.480 ‘lerde gücünün zirvesinde olan Pers ordusunun Yunanistan seferine çıkıp , ordusunda Anadolu’da kendilerine bağlı olarak vergi veren halklardan oluşmuş askeri birlikler bulundurması ve günlük yaşam tarzlarını yansıtan kuşamları kapsamlı bir şekilde Heredot Tarihinde anlatılmıştır.MÖ.480 de Perslerce gerçekleştirilen Yunanistan seferinde Perslere bağlı olarak görülen Doğu Karadeniz halklarının bu bağlılığından MÖ.401 yılında bölgeden geçen Ksenophon’ca söz edilmemektedir.Bundan MÖ.480 ve MÖ.401 yılları arasında Anadolu’da ve Karadeniz bölgesinde önemli siyasi gelişmelerin yaşandığı sonucu çıkarılabilir.Eski çağlardan buyana Mezopotamya ve Fenike,Kartaca gibi Ak deniz kavimlerinden oluşan topluluklar bölgeye yağma yada sığınma amacıyla gelip yerleşmişler,yeni gelen topluluklar kalabalık ve güçlü oldukları zaman bölgede daha önce yaşayan toplulukları ya asimile etmeye çalışmışlar yada daha iç ve yüksek kesimlere çekilmeğe zorlamışlardır.Bu nedenle aynı yüz yıl içinde bile kavimler yer değiştirmiş olup antik çağ yazar ve seyyahlarının verdiği bilgiler de farklılıklar oluşmuştur.Romanın bölgeye hakim olmasıyla iskan politikası imparatorluğun uyguladığı doğu sınırlarını emniyet altına alma politikalarına göre şekillenmeye başlamış ve yoğun nüfus hareketleriyle ortaya çıkan asimilasyon doruğa vurmuştur.
İskender’in ölümüyle yıkılan Helen İmparatorluğu sınırlarında birbirinden bağımsız beylikler kurulmuş olup bunlardan biriside MÖ.301 de kurulmuş olan Pontos Devleti’dir. Pontos Devleti güçlü olduğu dönemlerde Ordu ve Giresun’un dağlık bölgelerinde yaşayan Tibarenleri ve diğer toplulukları kendine bağlamış ve Karadeniz’in doğu ve kuzey sahillerindeki Helen koloni şehirleri ticaretlerine serbestçe devam edebilmek için Pontos devletine vergi vermiştir.Roma’ya karşı Anadolu’nun yerli halklarından oluşan ordusundaki askerlerle mücadele eden Pontos Devleti kralı Büyük Mithridates VI. (MÖ.121-63) MÖ.66 yılında Roma ordusuna yenilince Kırım’a geçebilmek için Karadeniz’e ulaşmak isterken ,geçtiği bölgedeki topluluklardan geçiş izni alamamış ve onlarla çatışarak bölgeden geçebilmiştir. Anadolu’ya hakim olan Roma ,Doğu Pontos denilen bölgeyi başlangıçta kendi çıkarları doğrultusunda Deitoros (MÖ.64-40) ,Polemonlar gibi vasal krallarla yönetmeyi uygun bulmuş ancak daha sonra koloni Trabzon ,Romanın Doğu Anadolu’daki ordusunun stratejik öneme sahip limanı olduğu için Nero (MS.54-68) zamanında vasal krallarla yönetilmesi sisteminden vazgeçilerek doğu hudutları Legionlar vasıtasıyla korunmuştur.Belli aralıklarla inşa edilen kalelerde yerleştirilen askeri garnizonlar doğrudan Roma’dan atanmış yöneticiler eliyle idare edilmeye başlanmıştır.
Romanın doğu sınırında oluşturduğu güvenlik tedbirleri Turani kavimlerden oluşan grupların Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya girişlerini engelleyememiştir.Huang-Nu, Hun, Avar, Sabar, On Ogur,Uz,Kuman ,Peçenek, Hazar gibi Türk girişlerinin ilk olarak ne zaman başladığının tespiti hareketli atlı göçebe kültür nedeniyle zordur.Hatti,Hurri,Urartu,Kimmer, İskit gibi kavimlerle olan kültürel benzerliklerle , Proto –Türk’lerin önceleri ‘’Türk’’ Genel adıyla değil kendi kabile ve boy adlarıyla anılması gibi nedenler tespiti zorlaştırsa da ortaya konulan eserler arasındaki benzerlikler nedeniyle başlangıçta akraba kavimler olabileceği ihtimali kuvvetlidir.Dikkaya’da ele geçen bir sap delikli baltadaki stilize edilmiş tasvirlerin yaratıcılarının Türkler olduğu bilinen Üsluplaşmış tasvirlerden oluşan ancak adı sayılan kavimlerin tamamında da görülen bozkır maden sanatı örneklerindendir .Usluplaşmış hayvan tasvir sanatı geleneği Rize sivil mimarisindeki kapı menteşeleri ,tokmakları ve mezar taşlarındaki betimlemelerle hala devam etmektedir. Tespitler ışığında ,Doğu Karadeniz bölgesindeki MÖ.5000-580 yılları arasını kapsayan Kalkolitik,Tunç ve Demir Çağlarını bu dönemlere ait seramiği kesintisiz olarak veren ancak sonrasında yerleşmenin devam ettiğine dair zengin veri olmayan Çamlıhemşin ilçesi Dikkaya köyü yerleşmesi temsil ederken ,Çamlıhemşin ilçesi,hisar Köyü Kale-i bala ve çevresindeki yamaçlarda Tunç – Demir çağı seramiği ile Helenistik ,Roma, Bizans,Osmanlı dönemi seramiklerinin kesintisiz olarak devam ettiği görülmektedir.Kervan yolu güzergahında, doğal kaya üzerinde inşa edilen Kale-i Bala Helenistik ,Roma ve Bizans dönemlerinde garnizon kale olarak kullanılmıştır.Rize ili sahili boyunca ve iç kesimlerde kurulmuş olan bir çok kale koloni amaçlı kurulmuş olup yüz yıllarca bölge madenlerinin işletilmesi,taşınması ve ticari kervan yollarının denetim altında tutulması gibi amaçlara hizmet etmiştir.
Rize bölgesi otokton halklarının yaşam alanları ve kültürleriyle ilgili önemli kaynaklar olan Heredot Tarihi, Strabon’un Anadolu Coğrafyası ve Ksenophon’un Anabasis adlı eseriyle Skylax ve Arrianus Periplolarından (Deniz seyahati Notları) MÖ.1.Bin’in ikinci yarısını kapsayan Doğu Karadeniz halklarının tarihi,coğrafyası ve koloni faaliyetlerini takip edebilmek mümkündür. M.Ö.750 li yıllardan itibaren önceleri Sinope,Amisos,Trapezus,Atina gibi kaleler içerisindeki küçük site kentler şeklinde olan kolonilere zamanla maden ocakları- ticari kervan yolları üzerinden iç kesimlere kadar uzanan küçük garnizonlar şeklinde inşa edilen kalelerden oluşmuş koloniler zinciri de eklenmiştir.Rize ve yakın çevresi koloni faaliyetlerinin 1461 yılında bölgenin tamamen Osmanlı hakimiyetine girişine kadar devam ettiği arkeolojik verilerle desteklenmektedir. Çamlıhemşin ilçesi,Topluca köyü,Yedi kardeşler Tepesindeki Arkeolojik veriler bölgenin 13.yy. sosyal ve siyasi tarihine ışık tutmaktadır.
Bölgede Romanın hakimiyetini sağlamak için doğudan İran ve Karadeniz’in kuzeyindeki Got ve Hun gibi kavimler,devam eden yıllarda Sasaniler’le (MS.3-7.yy.) sürdürülen savaşlar ,bölgenin asırlar boyu süren çekişme alanı içinde olması tahribatlara neden olmuştur.Bu tahribatlar daha sonraki asırlarda da devam etmiş ,zamanın iki dev gücü Roma/Bizans ile İran’nın asırlar süren çekişmesi ve daha sonraki yıllarda Müslüman Arapların akınları sadece Karadeniz bölgesinin değil Anadolu’da yaşayan topluluklarında maddi ve manevi olarak çökmesine ,yok olmasına yol açmıştır.
Helenistik dönemle başlayan batı kökenli kolonist faaliyetlerin otokton halklar tarafından hoş karşılanmadığı ve her fırsatta onlarla mücadele edildiği antik çağ yazarlarının verdikleri bilgilerden anlaşılmaktadır. Karadeniz bölgesi otokton halklarının zorunlu yer değiştirme ve kendilerini tanımladıkları adlar dışında kolonistlerce verilen adlarla anılmaları bu halkları tanımlamada karışıklıklara neden olmuştur. Strabon’un Anadolu Coğrafyası adlı eserinde ‘’Ksenophon’un Makronlar diye bahsettiği halk ‘’ olarak tanımladığı Tzan/Canlar’ın ,Skylax ve Arrianus’un periplolarında verdikleri bilgilere göre daha farklı alanlarda yaşamaları,yine Arrianus periplosunda,’’Ksenophon’un çok savaşçı ve Trabzonluların düşmanı diye tabir ettiği Driller bence Tzannilerdir.Bugün dahi son derece savaşçı ve Trabzonluların can düşmanıdırlar’’ şeklindeki ifadesi, M.Ö. 400 yıllarında iki ayrı toplum olarak gördüğümüz Makronlar ve Drillerin yaşadıkları bölgenin birkaç asır sonra Tzan/Canların yaşadığı bölge olarak tanımlanması iskan hareketini göstermesi bakımından önemlidir.Trabzon’un çevresindeki dağlık bölgelerde yaşayan Canlar sürekli isyanlarla Romanın bölgedeki hakimiyetine gölge düşürmüş ve ancak Justinianos (527-565) döneminde kontrol altına alınabilmişlerdir. Trabzon krallarının Tzannilerin beyini ,asimile edebilmek için Trabzon’a yerleştirerek idari görevler verdiği bilinmektedir.
Roma hakimiyetinin sağlanmasından sonra bölgenin etnik ve idari yapısı hakkına bilgi edinilebilen en önemli kaynak Romanın Kapadokya Valisi Arrianus ‘un Periplosudur. Arrianus Trabzondan deniz yolu ile doğuya doğru olan seyahatinde bugün Araklı ilçesindeki Kara derenin doğusundaki Solaklı deresinin Colchilerin memleketini Tiannica’dan ayırdığını belirtir.Rize’nin doğusundaki topraklarda Machelonlar ve Eniochilerin bulunduğundan bahseden Arrianus ,Eniochilerin kralı olan Anchilo ‘nun sarayının Atina’ya (Pazar ilçesi) 40 stardion uzaklıktaki Pritani’ de olduğunu kaydeder. Bundan Machelonların Rize bölgesinde ,Eniochilerin ise Pazar bölgesinde yaşadıkları anlaşılmaktadır.Pritani’nin Furtuna deresi yakınlarında denize kavuştuğu yerin batısında ki platonun üzerinde olması gerekmektedir.Arrianus doğuya doğra seyahatinde önce kralları Farsmane olan Zidritileri,daha sonra Hadrianus tarafından atanan vasal kral Malassa tarafından yönetilen Lazları ,Lazlarla komşu olan Giuliano tarafından yönetilen Apsileri ve bunlara yakın Hadrianus’un atadığı vasal kral Resmaga tarafından yönetilen Abaschileri daha sonra kral Spadaga tarafından yönetilen Sanigileri sayar.Roma ordusu vasal krallarla yönetilen bu bölgenin kontrolünü Karadeniz sahilindeki Hysus,Apsaros,Fasi/poti,Sohum ve Pitsunda kalelerindeki garnizonlar ile sağlıyordu.Bu vasal krallıklardan başlangıçta vergi ve asker alınırken bu askeri destek verme yükümlülüğü zamanla Kuzey Kafkasya’dan Turani ve İrani kavimlerce Roma topraklarına yapılacak olan akınların önünü kesmek,savaşlar da Roma ordusuna yardımcı birlikler verme şeklinde gerçekleşiyordu.Bu küçük krallıklar bazen kendi aralarında bazen de işgalci Roma’ya karşı birleşerek mücadele ediyorlardı.Megreller (Lazlar) diğer küçük beyliklere üstünlük sağlayarak Megrel krallığını kurdular.Bizans-İran çekişmeleri arasında sıkışan ve kralları Roma tarafından taç giydirilen Megrel krallığı 4.,5. yy.larda Roma ile ticarete dayalı iyi ilişkiler içine girdiler.Bu durum Justinianus zamanına kadar sürdü.Bu imparator döneminde sahildeki kaleler restore edildi.Petra da bir kale yapılarak bölgedeki en büyük Roma garnizonu buraya yerleştirildi.Petra valisinin ticarete tekel koyarak halkı soymaya başlaması üzerine İran’dan destek alınarak Romalıları ülkeden kovmaya kararı alındı ancak İranlılarında Romalılar gibi davranması tekrar Roma’dan yardım istemesine neden oldu.Jüstinianus bölge hakimiyetini Hiristiyanlık yoluyla pekiştirmek istediğinden bölge halklarının Hiristiyanlaştırma çalışmaları hız kazanmış 4. yy.dan itibaren Hiristiyanlık yayılmaya başlamıştır.Bu dönemde inşa edilen kiliseler, sürekli el değiştiren halkların dini kurumlarının mücadelesi sonucu tahrip edildi.Jüstinianus döneminde kurulan kiliseler İstanbul patrikhanesine bağlandı.Kilise ve İncil’in ve daha sonra devletin dili olan Yunanca Roma’nın askeri ve siyasi gücüyle yayılmaya başladığı için kiliseler Roma kilisesi ve kilisenin dili olan Yunanca yerli dillerden birçok kelime ile zenginleşerek Rumca olarak anılmaya başlandı.Bu arada İncil’in Gürcü alfabesi ile yazılarak ,Bizans’tan bağımsız Gürcü kiliseleri inşa edilmiş,buda Doğu Karadeniz’de 10.-11.yy.larda Yunan kültürüne alternatif olarak Gürcü dili ve kültürünün yayılmasına neden olmuştur.Çoruh nehrinin denize döküldü yerin batısında kalan ve Roma-Bizans legionları ile korunan bölge bu yayılmadan çok etkilenmemiştir.10.yy.da Yunanca’nın Bizans’ın resmi dili haline gelmesi ve sonuçlarının 11. ve 12. y,y.da bölgenin hızla Hiristiyanlaşması şeklinde yansıması,İncil dili dışında konuşulmasının günah olduğu şeklindeki propagandalar sonucu yerel diller zamanla unutulmuş ve onların zenginleştirdiği Yunanca konuşulmaya başlanmıştır.
Anadolu’yu ve başkentini Sasanilerin elinden kurtarmak üzere 622-627 arasında İran üzerine üç sefer düzenleyen Bizans imparatoru Heraclius (610-641) Hazarlarla temasa geçmiş Hazar hakanı Çebi Hanla görüşerek ona kızı Eudocia’yı vermeyi vaat etmiş,aldığı destekle bu savaştan galip çıkmıştır.Malazgirt savaşından kısa bir süre sonra (1071) Trabzon bölgesine Türk akınları olmuş,1074 yıllarında bölge Türk akıncılarınca ele geçirilmiştir.Bölgede Bizans yönetimin çöktüğü bu dönemde Rize’nin doğusunda kalan bölge Gürcü akın ve yağmalarına sahne oldu.Bizans’ın tekrar kontrolü sağlamak için ordu ile birlikte bölgeye gönderdiği Thedora Gavras 1075 de bölgeyi Türkmenlerin elinden alarak Bizans’ın hakimiyeti sağlamış,ve bu başarısından dolayı Haldiya düklüğüne atanarak Trabzon’a vali olmuştur.Trabzon bölgesini Bizans’tan bağımsız yöneten Thedora Gavras bölgedeki Türkmenlerle güç birliği yaparak üç kuşak boyunca bölgeyi Bizans’tan bağımsız yönetmiş olup 1204 yılında Trabzon’da kurulacak olan Komnenos’ların öncülüğünü yapmışlardır. 1238-1239 yıllarında Moğollara yenilen Kumanlar (Sarı Uygur-Kıpçak) dağılmış bir kısmı Gürcistan’a inerek orduda aldıkları görevlerle Gürcistan’a altın çağını yaşatmışlardır.Gürcü kraliçesi Thamar İstanbul da Bizans tahtından bir ihtilalle devrilen Komnenos hanedanının varisleri olan çocuk yaştaki David ve Aleksius ‘u zindandan kaçırmış ve Gürcistan’a getirmiştir.Latinlerin Bizansı işgali üzerine Thamar’a Komnenos kardeşleri Kumanlardan oluşturduğu ordu ile İstanbul’u ve Bizans tahtını ele geçirmek üzere harekete geçirir.Trabzon sarayının tarihçisi Michael Panaretos ,Komnenos sülalesi mensuplarından bazılarının iki isim taşıdıklarından ve bunların Müslüman olmayan Türk ismi olduklarından bahseder.bunlardan biri I.Aleksius’un oğlu I.John Komnenos (1235-1238) olup ikinci adı Aksuk’dur ve Türkçe bir isimdir.Trabzon sarayında Türkçe ikinci isim taşıyanların ortak özelliği annelerinin Kuman Türkü olmasıdır.Karadeniz sahillerini takip ederek ilerleyen Aleksius ve David Komnenos kardeşlerden David yoluna devam ederek Karadeniz Ereğlisi’ne ulaşmış,bu bölgede bir taraftan Latinlerin işgal ettiği Bizans’tan kaçarak İznik’te devlet kuran ve Bizans’a varis olma iddiasındaki Laskarisler ve diğer yandan da İstanbul’daki Latinlerle mücadeleye devam ederken büyük kardeş Aleksius Trabzon’u başkent edinerek başlangıçta Sinop’tan Rize’nin doğusuna kadar olan Karadeniz sahillerindeki topraklara hakim olarak devlet kurar (1204).Trabzon krallığının kurulmasında hizmet eden ve yönetimde önemli görevler alan Kuman asıllı Türklerin birçoğu aileleri ile birlikte Trabzon civarındaki askeri bakımdan önemli yerlere yerleşerek Hiristiyanlaşmıştır.1214 yılında Aleksius Komnenos’ un Sinop önlerinde esir edilip bölgenin Selçukluların eline geçmesinden sonra Selçuklu vasalı haline gelen Trabzon krallığı sınırları Samsun’a kadar gerilemiş, Komnenosların Trabzonda kurduğu devlet 1214 yılından itibaren Selçuklu,Gaznelilere,Moğollara,İlhanlılara,vergi vererek varlığını sürdürmüştür.Beylikler döneminde Akkoyunlular,Tacettinoğulları,Hacı Emiroğulları gibi Türkmen emirleriyle evlilik yoluyla ittifak yaparak ayakta kalmışlardır.1458 de Uzun Hasan’ın Atabeklerin eli ile yönetilen ispir bölgesini sınırlarına katmasıyla Hemşin bölgesi Akkoyunlulara tabi olmuşken Rize ve Pazar hala Trabzon krallığına bağlıydı.Akkoyunlu izlerine özellikle Hemşin-Çamlıhemşin bölgesinde rastlanmakta olup bugünkü bölge halkının ataları olarak değerlendirilebilir. Aşağı Çamlıca ve Ülkü köydeki Koç şeklindeki Mezar Taşları,kulaklı tabir edilen kut başı-koç başı şeklindeki kapı menteşeleri bu güne ulaşmış Akkoyunlu hatıralarıdır.Fetihten önce bölgede bulunan Hiristiyan unsurlar ittifak yaparak Osmanlının rakibi Akkoyunlularıda bu ittifaka dahil ederek kilisenin de desteğini almışlar ancak planı fark eden Fatih Sultan Mehmet ittifakın beyni olan Trabzon Krallığını 1461 yılında yaptığı bir seferle ortadan kaldırmış ve bölgedeki kolonist faaliyetler böylece son bulmuştur.
Çamlıhemşin ilçesi,Topluca Köyü,Yedi Kardeşler Tepesindeki geniş düzlük alanda Trabzon kralı I.Andronikos dönemi (1222-1235) basılmış gümüş bir çukur sikke bulunmuş olup, maden curufları , sırlı ve sırsız seramiklerden oluşan arkeolojik veriler burada köklü bir yerleşmenin varlığına işaret etmektedir.Karadeniz sahillerini iç kesimlerdeki maden yatakları na bağlayan kervan yolu üzerinde bulunan yerleşme geniş bir alana yayılmıştır ve yoğun bitki dokusu sınır tespitini güçleştirmektedir.Tespitler I.Andronikos döneminde Rize bölgesi maden ticaretinin Trabzon Krallığı kontrolünde olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.13 .yy.da bölge ticari koloni haline getirilmiş ve madenler diğer ticari metalarla birlikte karayolu veya deniz yoluyla Anadolu dışına taşınmıştır.